Âlimi âlim bilir derler ya...

Mehmed Emîn Efendi, manevi makamını halktan gizler ama alimler onu iyi tanırlar. Nitekim o günlerde fetvâ makâmında bulunan Şeyhülislâm Seyyid Mustafa Efendi, Tatar Ahmed Efendi’den boşalan dergâha, Mehmed Emîn Efendi’yi atar. Mehmed Emîn Efendi manevi makamlarda ışık hızıyla ilerlemesine rağmen meşîhat erbâbı gibi görünmekten çekinir. Berât-ı şerîfi aldığı gibi Seyyid Mustafa Efendinin huzûruna gider, ağlaya yalvara affını diler. Zira Onlar parmakla gösterilmek istemez, şöhreti afet bilirler. Ancak Şeyhülislâm: “Emîn Efendi kardeşim, hâlinizi gizlemeyin” der, “mızrak çuvala sığmaz, saklanma konaklarını geçeli otuz yıl oldu. Biz sizin Hızır Aleyhisselam ile sıkça görüştüğünüzü dahi biliriz. Hem bu tevcih pâdişâhtan geldi, ülu’l-emre itâat gerek.” 
Muhammed Emin Efendi mecburen kabul eder ama tarifsiz bir teessür içine düşer. Evet, bu vazifeyi red edemez ama yaptığı da söylenemez. Zira tam o sıralarda (1745 senesidir) göğsünde küçük bir sivilce belirir, merhem, derman sürerler ama nafile... Bu çıban ne yazık ki “şirpençe”dir ve hastalık bünyeyi sarıverir. 
O gece Mehmed Emîn Efendi, sadık ve samimi talebelerinden Baklalı Câmii imâmı Muhammed Efendi’nin rüyâsına girer, “yarın gel, cenâzemi yıka!” buyururlar. Öyle de olur, namazını Fâtih Câmii’nde kılar, nurlu naaşını Pîrî Paşa Medresesi önündeki (Unkapanı, Şepsefa Hatun Camii’nin karşısındaki, Bizans dehlizlerinin üstündeki) hazireye bırakırlar. 
Hoş, Mehmed Emîn Efendi, İstanbul’a ilk geldiği günlerde Pîrî Paşa Medresesi’nde kalmış ve oraya çok ısınmıştır. Ne zaman söz konusu mezârlığın yanından geçse durup Fâtiha-i şerîfe okur, dualar mırıldanır. 

Buyurdular ki:
Birbirinize müsamaha edin, muhâsame etmeyin (didişmeyin). Bu âleme Allahü teâlâya kulluk için geldik. Can bedende iken ebedi saâdeti arzulayın, mârifetullahı isteyin. Dünyalık için, güzellik için dost olan çok olur ama din için dost olan azdır. Halbuki Allah dostları iksir-i âzamdır (derdlere devâdır).
Hava alamasak ölürüz, veremesek boğuluruz. Demek ki her nefeste iki nîmet vardır ve her nefese iki şükür lâzımdır. Saatte bin soluk aldığımızı farzetsek ve günboyu kırk sekiz bin kere şükretsek, yine de şakirlerden (şükredenlerden) sayılmayız. Çünkü O’nun (Celle Celalüh) tek nimeti hava değildir, ikrâmları hesapsızdır.

 

 
Free Web Hosting